Tabelanın Tarihi

Tabelacılık mesleği yurdumuzda ilk zamanlar diğer bazı sanat dallarında olduğu gibi yahudi,rum ve ermeni vatandaşlarımız tarafından icra edilmeye başlanmış daha sonraları bu sanatkarların yanlarında yetişen ve eli bu mesleğe yatkın olan türkler tarafından meslek ilerletilmiştir. Tabelacı dükkanları o zamanlarda bir fırça ve bir kutu boyayla açılabiliyordu hatta bazı tabelacılar cebinde fırçası ile türkiyeyi karış karış dolaşıp hem sanatını icra eder hemde para kazanırdı. Şimdiki tabelacıların %40’ı mesleğe fırça ile başlayan ve işini geliştiren teknolojiyi takip eden firmalardan oluşmaktadır.

TABELA

19 yüzyılda, ingilterede başlayan sanayi devrimiyle birlikte, firmaların kendilerini tanıtmak ve yaptığı işleri anlatmak amacıyla işyerlerine astıkları plastik ve ağaç üzerine yazılan levhalar bugün tabela olarak adlandırılmıştır. Vehbi koç’un hayatının anlatıldığı imparator adlı kitapta vehbi koç ilk bakkal dükkanının açılışını şu sözlerle dile getirmiştir ” Tabelamı taktım,dükkanı açtım” Türkiyede tabela o yıllarda çok az bilinen bir ****ydı.Bugün dünyada başlı başına bir sektör olan tabelacılık geçmişte allah vergisi yeteneği olan kişiler elinde iptidai bir şekilde el sanatı olarak yapılmaktaydı.
Yıllardır hayatımıza onlar yön veriyor. Nerede yiyeceğimize, nereden giyineceğimize, nereye gideceğimize yıllardır onlar yön veriyor. Onlar ne bir siyasi, ne bir yayın kuruluşu nede modacı. Her gün her yerde karşımıza eserleri ile çıkan tabelacılar…

İnsanlar bazen varlıklarını göstermek, bazen paylaşmak bazen de başkalarına yardımcı olmak için tabelalar yapmaya başlamışlar.

Dijital yaşam dünyamızı kuşatmadan önce Tabelanın Tarihi bir sanat ve bir zanaat dalı olarak varlığını sürdürmüş. Ne zaman ki dijital istila işin içine girmiş işin büyüsü de bozulmuş.

Eli fırça tutan insanlar sokakları, dükkânları önce yazılarla yönlendirmişler. Tabelacılıkta; az yeteneği olan insanlar yazı yazarak başlamışlar işe. Tabelaların sanat eseri haline dönüşmesi ise fırçaya sanatını yükleyenlerle olmuş. Ellerindeki fırça ile tabelalara resimler çizilmiş. Bu işi daha çok resim kabiliyeti olan insanlar çizmişler.

Tabelanın Tarihi nde Elle Tabela ve afiş yazma işi 2000’li yılların başlarına kadar devam edilse de bu gün elle tabela yapan ustalar kalmamış.

Eskiden tabelacı olmak hem zor hem de bir o kadar kolaymış. Tabelanın Tarihi boyunca bir fırça, bir kutu boya bir sehpa ve birde resim kabiliyeti tabelacı olmak için yeterli oluyormuş.

Elle yapılan tabelalarda zanaat ve sanatını birleşmiş, ancak bugün ki tabelalarda sanatı ve emeği görmek mümkün değil. Eskiden tabelacılar arasında kim daha iyi tabela çizdiği konuşulur ve bu şekilde tatlı bir rekabet oluşurmuş. Ancak bu gün tabelalar aynı dijital makineden aynı özelliklerde tabelalar çıkmakta.

Tabela yapmakta o kadar kolay bir iş değilmiş. Tabelanın büyüklüğü ve çizilecek yazı ve resmin özelliğine göre 3-4 gün sürermiş.

Tabelacılık aynı zamanda toplumla iç içe olmayı da gerektirmiş. He iş yeri açana birkaç gün çalışan tabelacılar, esnafla dost olurken, tabelasını yaptıkları iş yerinin bulunduğu mahalledeki insanlarla da dost olurlarmış. Mahalleli onların tabela yapışlarını karşısına geçip izlermiş.

Tabelanın Tarihi Boyunca halka bu kadar yakın olan tabelacılar insanları da tanırlarmış.Tabelacıya çok zengin ve bir o kadarda cimri olan bir iş yeri sahibi gelmiş. Tabela yaptırmak istemiş. Ancak tabelacı önceki tecrübelerinden bu işverenin öldüm fiyatını vereceğini bilmekteymiş. Cimri ve zengine bir ders vermek istemiş.

Tabelada yapılacaklar konuşulmuş işveren bir de tabelaya aslan çizmesini istemiş. Tabelacı usta “Aslan iplimi olsun, ipsiz mi” diyerek müşteriye sormuş. Cimri aradaki fark nedir diyince “ipli, ipsizden beş kuruş daha fazla” demiş. Cimri bunun üzerine ucuz olması için “ipsiz olsun” demiş. Tabelacı Usta tabelayı yapmış bitirmiş. Çok güzel bir aslan çizmiş. Geçenler aslana bakınca canlı zannedecek kadar güzelmiş. Ancak tabelacı aslanın boyasını ikinci sınıf toprak boyalardan yapmış.

Bir yağmur sonrasında dükkânına gelen zengin cimri bakmış ki tabeladaki aslan boyaları yağmur suları ile akıp gidiyor. Soluğu Tabelacı ustanın yanında almış. Tabelacıya neden böyle olduğunu sormuş. Tabelacı ustada taşı gediğine koymuş “ Ee… Sen aslan ipsiz olsun dedin, ipini bağlamazsan aslan bağlamazsan aslan kaçar” demiş.

Yazısı, yazıdaki üç boyutlu derinliği, derinlik vermek için efekti, resimleri ile bir dönem bize yön veren tabelalar ve tabelacılar sokağımızdan, hayatımızdan bir bir çekilip gittiler.

Şimdi şehirlerimizin her yanını estetikten uzak birbirinin benzeri tabelalar kuşatmakta. Ancak eskiden elle çizilen tabelalar gibi ne estetik var ne emek var. Nede ipi sağlam sağlam bağlanmış aslanlı tabelalar kaldı.

Tabelanın Tarihi  hakkında ufak bir hikaye

Genç bir adam, caddelerdeki tabelalara bakar güzel yazı ve resimleri gördükçe imrenirmiş ve tabela ustası olmaya karar vermiş. “Bu mesleği yapacaksam, iyi bir tabela ustası olmalıyım,” diye düşünmüş ve ülkedeki en iyi tabela ustasını aramaya başlamış.

Sonunda bulmuş; yanına varmış, bir süre bekledikten sonra usta tarafından kabul edilmiş. “Anlat, dinliyorum,” demiş usta. Genç adam anlatmaya başlamış, tabelalara ilgi duyduğunu ve iyi bir tabela ustası olmaya karar verdiğini heyecanla anlatmış.

Yaşlı usta sesini çıkarmadan genç adamı dinlemiş, sözleri bitince de ona bir yazı fırçası uzatmış, “Bu bir samur fırçasıdır” dedikten sonra genç adamın eline fırçayı koymuş ve avucunu kapatmış. “Avucunu aynen böyle kapalı tut ve bir yıl boyunca hiç açma. Bir yıl sonra tekrar gel. Haydi şimdi güle güle,” demiş ve şaşkın genç adamı öylece bırakıp kalkmış, odadan çıkmış.

Genç adam evine dönmüş, kendisini merakla bekleyen annesiyle babasına neler olduğunu anlatmış. Anlattıkça da kendisine çok anlamsız gelen bu hareketi ve soğuk konuşması nedeniyle kızdığı ustaya olan öfkesi artıyormuş.

Günler geçmeye başlamış. Genç adam sürekli söyleniyor, ama avucunu hiç mi hiç açmıyormuş. “Nasıl böyle budalaca bir şey yapmamı ister? Bir de ülkenin en iyi tabela ustası olacak. Bu saçmalığa bir yıl boyunca nasıl katlanacağım, böyle bir eziyetle nasıl yaşarım? Bu ne biçim ustalık. Ustalık kaprisi yapacaksa, bari başından yapmasaydı.” diye devamlı söyleniyor, her önüne gelene ustadan yakınıyor, ama avucunu hiç açmıyormuş. Avucu kapalı uyuyor, bütün işlerini diğer eliyle yapıyormuş. Ve bu duruma da giderek alışmaya, diğer elini çok rahat kullanmaya başlamış. Uyurken de yanlışlıkla avucu açılıp fırça düşmesin diye hep yarı uyanık uyuyormuş. Böylece bir yıl geçmiş, her günü zorluklarla dolu, her gecesi de yarım uykuyla yaşanmış bir yılı tamamlanmış. Ve o gün gelmiş.

Genç adam tam bir yıl sonra, büyük ustanın karşısına çıkmış. Usta bir süre beklettikten sonra yanına gelince, genç adam ne kadar saçma bulursa bulsun, bu sınavı başarıyla tamamlamış olmanın verdiği gururla elini uzatmış, avucunu açmış.

“İşte fırçan!” demiş.
“Bir yıl boyunca avucumda taşıdım, şimdi ne yapacağım?”

Yaşlı usta sakin bir sesle cevap vermiş:
“Şimdi sana bir baska bir fırça vereceğim, onu da aynı şekilde bir yıl boyunca avucunda taşıyacaksın.”

Bu söz üzerine genç adam bütün sükunetini kaybetmiş, bağırıp çağırmaya başlamış. Yaşlı ustayı bunaklıkla, delilikle suçlamış, tabela ustalığını öğrenmek için gelen genç bir insana böyle eziyet ettiği için, hasta olduğunu bağıra çağıra söylemiş.

Genç adam bağırıp çağırırken, yaşlı usta ona hissettirmeden bir başka fırçayı avucuna sıkıştırmış. Öfkeden yüzü kıpkırmızı genç adam, bir yandan bağırıp çağırırken avucundaki fırçayı hissetmiş. Durmuş, fırçanın kıllarını biraz daha sıkmış ve heyecanla konuşmuş:

“Bu fırça, samur fırça değil usta!…”